hepimiz deve kuşları matinesinde hayat talimi yapıyoruz.
Velveleli bir aşk hayatım
yok.
Daha doğrusu bir hayatım yok. Melankolik,
kafası uçuk bir tip olduğum düşünülmesin. Gerçi düşünülse bile benim için kaç
yazar mevzusu da pek oramda buramda değil. Canımı sıkan şeyleri anlatsam tam şu
saniye, göz göre göre kendi pimimi çekerim. Bunu biliyorum. Bu dalaverenin feci
şekilde farkındayım. İşin aslı neden buradayım pek bilemiyorum. Sanırım puştperestler diyarında tekil kalmak fazlasıyla canımı sıkmaya başladı.
Tekillik şu hayatta en işe yarar durum aslında. Ama savruk biri olduğumdan bundan bile şikayet edecek tarzda bir haytayım.
Koştuğum her yolun bir süre sonra beni bir
maratona çıkarması ruhumu yormaya başladı. Dayanak olacak bir şeyler arıyorum
belki. Ya da içimdeki batıklarda yitirdiklerimi soruşturuyorum. Ne yaptığımı
inanki ben de bilmiyorum. Kendimi kurtaramıyorum. Başkasını kurtarmayı düşünmek
de bu yüzden aptalca geliyor bana. Birisi hep ‘kendini kurtarmayı başaramayan
kimseyi kurtaramaz’ derdi. Haklı. Zamanla hak verdim ona. Pek bir şey için
gücüm yok ama feci konuşurum. Deşe deşe konuşurum. Acıta acıta konuşum. Ama
gerçekleri konuşurum. Ama seni konuşurum. Ama sendekini konuşurum.
Söylenen şeyler ne kadar
acıtırsa o kadar sendendir, sizdendir. Bu yüzden eksiltmeden üzerine basa basa
konuşacağım. Acıta acıta konuşacağım. Saklamayacağım. En azından havada
kapmanız gereken gerçekleri saklamayacağım. Çok eşik atladım. Daha yolun
başındayım. Bunun da evvela farkındayım. Daha yaşamadım. Yaşatmadım. Ama
attığım okkalı tokatların mislince tokat yedim. Ve şuan şaftım kaymış bir
şekilde hayat maratonunda yarışıyorum. Rakiplerim dişli. Bense arızalıyım.
Gecenin bu saatinde, belki de sabahın kopuk bir saatinde ya da günün geri kalanında, burada
bulunan herkesi rahatsız eden bir şeyler var. Okuluyla ilgili, ailesi ile
ilgili, kedisi, köpeği, sabah yiyemediği ballı çöreğiyle ilgili, elindeki üç
beş kuruşuyla ilgili, elinde olan ve olmayanlarla ilgili, kalbinizi dipçikleyen
ne idüğü belirsiz sevginizle ilgili, ne bileyim belki de hayatın ta kendisiyle sorununuz var. Düştükçe
kaldırılmaya ihtiyacınız var belki. Ya da her şey iyi olacak diyecek birine. O
kişi ben ya da buradaki kimse değil. O kişi sensin. Kendinsin. Çünkü bu hayatta
her ne kadar kabullenmesen de ilk kalabalığın, ilk arkadaşın bizzat sensin.
Ailenin de bu hayata başladığın vakit sana söylediği gibi kimseye güvenme.
Gerçi şuan üzerinizde bulunan beyaz
çarşaflar bunu çoktan kaptığınızın göstergesi. Belki bir gün üzerinizdeki ve
hayatınızdaki beyaz çarşafları çekip çıkarmanızı sağlayacak o güven içinizde
yeşerecek. Ama şu anlık bu pek mümkünmüş gibi durmuyor. Bunun üzerine benim üstümdeki çarşafı çekip çıkarmam gerekirdi ama ne yazık ki o vakit bu vakit değil.
Size bunları söylerken
tepeden seslenmek gibi bir durum içerisinde asla değilim. Çünkü çoktan batmış
olduğumu biliyorum. Sadece etraftaki koyun sürüsünde kendi yalnızlığıma ortak
edecek ruhları hem kendim yeşertmek istiyorum hem de zaten yeşermiş olanların
bucağımda solumasını istiyorum. Aç gözlüyüm. Zibidinin tekiyim. Oldukça dolambaçlı bir insan olduğum gerçeğini de eklemem gerek diye düşünüyorum. Ama çekilmeyecek
gibi bir illet de değilim.
Ellerinizdeki kesikler ne
kadar tazeyse o kadar kaybedeceksiniz. Kapatmadıkça acıyacaksınız. Üzerinizden
vızıldayarak uçan kurşunlara köle oldukça kaçamayacaksınız. Ama kaçmaya karar
verdiğiniz o an, dipten göğe yükseldiğiniz vakit alacağınız darbeler ölümcül
olsa da özgürlüğün o salt tadının getirisi olan sarhoşluğu bir kere de olsa
tadacaksınız. Korkmayın. Kendiniz olmaktan korkmayın. Yaşamaktan korkmayın.
Uzun belki de kısa ve öz cümlelerden oluşacak hikayenizi yazmaktan korkmayın.
Bu bir yükselişin belki de
çöküşün hikayesi olacak. Belki size çok şey katarken aynı zamanda çok şey
götürecek olanların varoluşsal darlıklarını sizin skalanıza bucak bucak
işleyecek. Ama yazdığınız hikaye çoğunlukla içinde zamansız ruhların yeşerdiği
satırların, afili kelimelerin sahibi olanların, alıp verip onu bunu yenenlerin
öyküsü olacak. Tüm harcadığınız kelimeler ruhunu beş paraya satmayanların
satırları, kelime kırıntıları ve tanrıdan veresiye bir şekilde gün alanların
hikayesini oluşturacak. Hayatta tekil olmaktan da asla korkmayın. Çünkü
unutmayın ki hepimiz deve kuşları matinesinde hayat talimi yapıyoruz.
-ruh tefecisi (2018)
içindeki bir paragrafı daha önceden başka bir yerde okumuş olduğum bu güzelim metninizin tamamını okumak beni çok mutlu etti afel hanımcığım. yaşamaktan korkmamamızı söylemeniz, kendi hikayemizi yazmak hakkında söyledikleriniz.. öylesine inanıyorum ki ben de bunlara. evet belki bir yükselişin belki bir çöküşün hikayesi, muhtemelen sayısız yükselişler ve sayısız çöküşlerle dolu bir hikaye olacak. her ne olursa olsun benim olacak, benim hikayem. onu diğerlerinden ayıran en büyük belki de tek fark bu olacak, benim olması. ama bazen o kadar korkuyorum ki.. bir hikayem olmasın istiyorum, hiçbir şey yazmayayım, hiçbir şey yaşamayayım. kulağa çok korkakça geldiğini biliyorum baştan da söyledim, bazen o kadar korkuyorum ki.
YanıtlaSilherkesin bir sesi olduğuna inanıyorum, herkesin sesini duyurması gerektiğine. konuşması, anlatması, insanlarla etkileşmesi gerektiğine. insanları etkilemesi ve insanlardan etkilenmesi gerektiğine inanıyorum. en azından kendi adıma böyle olmalı diyorum, senin sesin var, anlatacakların, dinleyeceklerin. etkileyeceklerin, etkileneceklerin.. ne yani korkuların senden daha mı fazla hak ediyor senin hayatını yaşamaya? sen değil miydin nereden duyduğunu bilmediğin şu diyaloğu diline tekerleme yapıp sağda solda gezdiren;
- what if i fall!?
- oh, darlin' what if you fly!
evet bendim ama bazen o kadar korkuyorum ki kimse duymasın beni istiyorum, kimse görmesin, kimseyi etkilemeyeyim.
işte bunun şavaşını verip duruyorum sürekli. içinde buluduğum haleti ruhiyeye göre değişiyor her şey. yine de başkalarına şöyle demekten bir adım geri durmuyorum, what if you fly!
yorumun aklıma, sekiz yaşındayken okuduğum, reha erdem'in 'benim sesim ne renk' adlı kitabını getirdi. oradaki haylaz mı haylaz kahramanımızda yerini, kendini bir de sesinin ne renk olduğunu sorguluyordu. onun yolu çocuk oluşunun getirisi olan tatlılıkla mizahi bir dokusu olan bir yoldu. diğer insanlarınkinin aksine çakıllı, taşlı, topraklı hadi bilemedin buzlu, o da olmadı yokuş aşağı yuvarlanmana sebebiyet verecek türden bir yol değildi. ama onun en büyük zorluğu hayata karşı taze ve senin rengini bulmak için fazla toy oluşuydu. yollardan ziyade deneyimler ve yaşananlar sesinin rengini bulmana yardımcı olur. sesini duyurmak içinse ilk gerekli olan rengini keşfetmek ve onun farkına varmaktır. bu serüvende korkmaman gerek. ateşini kaybetmemen gerek. ayakta durman gerek. genç bedeninin görünümüne tezat oluşturacak olan bir bastona dayanman gerekse bile bu yapman gerek.
Silaslında sıfırlanma ve hayatın akışını durdurma fikri bana da fazlasıyla cazip geliyor son zamanlarda. fakat sonra bunu istersem kendime ihanet edeceğim aklıma geliyor. çünkü isteklerim ve hedeflerim var. olmasını ve doğmasını dilediğim bir geleceğim var.
sesini duyur bike. bir kere uçmayı denedin mi güzel şeylerin ardınca yuvarlandığını göreceksin. ateşini kaybetme.
vE BURADA OLMAN BENİ FAZLASIYLA MUTLU EDİYOR KURBİŞİM. ŞEREF VERDİN, GÜZELLİK GETİRDİN. TEŞEKKÜR EDERİM, FAZLASIYLA. ÖPÜYORUM KİRPİKLERİNDEN.
Sil